Binbir Gece Masalları 2/2
- Stok Durumu: Stokta var
- Ürün Kodu:: 2333-9789750803215
- YAZAR ADI: 2333-978-975-08-0321-3
Yüzlerce yıl boyunca, Çin'den Kuzey Afrika'ya uzanan ve Çin, Çin Hindi, Hindistan, İran, Irak, Türkiye, Suriye ve Mısır'ı kapsayan bir alanda anlatılan Binbir Gece Masalları, ilk kez Antoine Galland tarafından düzenlenip Fransızcaya çevrilerek (1704-17, 12 cilt) dünyaya tanıtıldı. Bugüne kadar bellibaşlı bütün dillere çevrilen bu masallar, Galland'dan çok daha öncesinden başlayarak, edebiyattan müziğe, sinemadan baleye kadar bütün alanlarda pek çok sanatçıyı derinliğine etkiledi, defalarca işlendi, yeniden yorumlandı, taklit edildi. Binbir Gece Masalları, sadece insanların düşgücünü ateşlemekle kalmadı; bilinen en eski örneğini oluşturduğu "çerçeve öykü" tekniğiyle de, hem geçmişte hem de günümüzde, dünya edebiyatını en çok etkileyen kitapların başındaki yerini korudu. Alim Şerif Onaran (1921-2000), Binbir Gece Masalları'nı ilk kez tam metin halinde dilimize kazandırdı. Orhan Pamuk, gözden geçirilmiş bu yeni basım için bir sunuş yazdı. Size kalan sadece "Açıl susam açıl!" demek...
Kitap | |
Sayfa Sayısı | 392 |
Kitap Özellikleri | |
Basım Tarihi | 05.2001 |
Boyut | 13.5 x 21 cm |
Orijinal Adı | Elf leyle ve leyle |
Tadımlık | <p>Tunç Kentinin Olağanüstü Öyküsü</p> <p>Anlatırlar ki, Şam’da Emevi halifelerinin tahtında, bir zamanlar, Tanrı tek hükümdar olsa da, Abdülmelik bin Mervan adlı bir hükümdar varmış. Bu hükümdar ülkesinin bilgeleriyle, efendimiz dua ve barış üzerine olası Süleyman bin Davud’dan, onun erdemlerinden, gücünden ve tenha yerlerin vahşi hayvanları, havada yaşayan ifritler, deniz ve yeraltı ecinnileri üzerindeki yetkisinden söz etmeyi pek severmiş.</p> <p>Günün birinde, halife, kendisine, içi şeytansı şekillerde garip bir dumanla dolu eski bakır sürahiler hakkında anlatılan bir öyküyü büyük bir merakla ama kesinliğinden kuşkuya düşmüş bir havada dinlerken, orada bulunanlardan Talib ibni Sehl ayağa kalkıp işittikleri öykünün doğruluğunu açıklamış ve “Gerçekten, ey Emirü’l-Müminin, bu bakır sürahiler, eski zamanlarda, Süleyman’ın emriyle başkaldıran ecinnilerin içine kapatılıp onun müthiş mührüyle ağızları mühürlendikten sonra Batı Afrika’da Magrip1 sınırlarında gürüldeyen deniz dibine atılanlardan başkaları değildir. Sürahiden sızan duman, sadece, bir kez açık havaya ulaşınca ilk iğrenç biçimlerini almaktan geri kalmayacak olan ifritlerin yoğun biçimde sıkıştırılmış ruhlarıdır” diye eklemiş.</p> <p>Bu sözleri işiten Halife Abdülmelik’in şaşırması hatırısayılır kertede artmış; ve Talib ibni Sehl’e “Ey Talib, içlerine ifritlerin duman halinde kapatıldıkları bu bakır sürahilerden birini görmeyi çok isterim. Acaba imkânı var mıdır, dersin? Eğer imkânı varsa, gerekli araştırmaları ben kendim yaptırmaya hazırım!” demiş. Talib de “Ey Emirü’l-Müminin, sen yerinden kıpırdamaksızın ve saygın kişiliğini yormadan ona buracıkta sahip olabilirsin. Bunun için Magrip ülkelerindeki vekilin emir Musa’ya bir mektup yollaman yeter! Çünkü eteğinde bu sürahilerin içinde bulunduğu denizin uzandığı dağ, ayaklar ıslanmadan yürünen uzun ve dar bir toprak parçasıyla Magrip’e bağlıdır. Emir Musa, mektubunu alınca, halife efendimizin emirlerini yerine getirmekte kusur etmeyecektir!” diye yanıt vermiş.</p> <p>Bu sözler halifeyi inandıracak veriler taşıdığından halife o an Talib’e dönmüş ve “Magrip ülkelerine acele gidip oradaki vekilim Emir Musa’ya mektubumu ulaştırabilecek senden uygun ulak var mıdır Talib? Sana gezi harcamaları için gerekli gördüğüm miktarda parayı hazineden almak ve seni izleyecek maiyetini oluşturmak üzere yetki veriyorum. Ama acele davran ey Talib!” demiş. Ve o saatte, halife, Emir Musa’ya kendi eliyle bir mektup yazarak onu mühürleyip Talib’e vermiş; o da elleri arasından yeri öperek hazırlıklarını tamamladıktan sonra, büyük bir gayretle Magrip yoluna koyulmuş ve hiçbir güçlükle karşılaşmadan oraya ulaşmış.</p> <p>Emir Musa, Emirü’l-Müminin’in ulağını gerekli saygı ve sevinçle karşılamış; Talib de mektubu vermiş; Emir mektubu okuyup içeriğini anladıktan sonra, onu dudaklarına, sonra da başına sürüyüp “İşittim ve itaat ettim!” demiş; ve hemen yanına o yöredeki içinde insan yaşayan tüm araziyi bilen ve şimdi yaşlılığında durup dinlenmeden gerçekleştirdiği gezilerinden edindiği bilgileri gelecek kuşaklara bırakmak için özenle kaleme alan Şeyh Abdüssamed’i çağırtmış; şeyh geldiği zaman, Emir Musa, onu saygıyla selamlamış ve kendisine “Ey Şeyh Abdüssamed, Emirü’l-Müminin’den, efendimiz Süleyman bin Davud tarafından başkaldıran ecinnilerin tıkıldığı eski bakır sürahileri arayıp bulmam için verdiği buyrukları içeren bir mektup aldım. Bunlar Magrip’in uç sınırlarında bulunan bir dağın eteğindeki denizin dibinde öylece durmaktaymış. Ben epeyce uzun bir süredir burada bulunup ülkeyi tanımaktaysam da, bu yöreden ve bu yöreye giden yoldan söz edildiğini hiç işitmedim; ama sen, ey Şeyh Abdüssamed, tüm âlemi dolaştın; kuşkusuz bu dağın ve bu denizin yerini bilirsin!” demiş.</p> <p>Şeyh, bir saat kadar düşündükten sonra, ona “Ey Musa bin Nusayr, bu dağ ve bu deniz belleğime yabancı değildirler; ama bugüne kadar, çok işitmeme karşın gidip orayı görmedim; çünkü oraya giden yolun, su kuyularının yokluğu dolayısıyla aşılması zordur; ve iki yıl ve birkaç ay tutan bir sürede oraya gidilir ve eğer içinde oturanların varlıklarına ve o dağın tepesinde hiçbir yabancının henüz girmediği Tunç Kenti denen kentlerinde yaşadıklarına dair herhangi bir işaret bulunmayan o ülkeden dönmek mümkün olursa, dönüşü de daha fazla zaman alır!” diyerek yanıt vermiş.</p> <p>Ve bu sözleri söyleyerek yaşlı adam susmuş; sonra bir süre daha düşünerek “Dahası, senden, ey Emir Musa, bu yolun tehlikeler ve korkunç şeylerle dolu olduğunu ve çok eski zamanlardan beri insan ayağı değmemiş bu bakir toprakların bekçisi ifritlerin ve ecinnilerin mekân tuttuğu bir çölün geçileceğini saklamamam gerekir! Gerçekten, bil ki, ey İbni Nusayr, Uzak Batı Afrika’nın bu ülkeleri insanoğullarına yasak edilmiştir; insanların sadece ikisi: Süleyman bin Davud ile İskender-i Zülkarneyn buralardan geçebilmiştir. Ve bu geçip gitmiş çağlardan sonra, buradaki geniş çölsü alanların tedirgin edilmeyen tek egemeni sessizlik olmuştur! Böyle olunca, sen, gizemli engelleri ve tehlikeleri küçümseyerek halifenin emirlerini yerine getirmek, belirli bir yolu olmayan bir ülkede bu geziyi, kulundan başkasının kılavuzluğu olmaksızın gerçekleştirmek istiyorsan, su yüklü bin deve, ayrıca yiyecek ve besin maddeleriyle yüklü bin deve hazırlatmalısın! Yanına mümkün olduğu kadar az adam almalısın; çünkü yaşadıkları yerlere saldırıda bulunacağımız karanlık güçlerin öfkesinden bizi hiç kimse koruyamaz ve yararsız silahlar kullanarak onları tedirgin etmemiz de gerekmez. Her şey hazır olunca, vasiyetini hazırla, ey Emir Musa, ve yola çıkalım!”…</p> |
Tekrar Baskı | 12. Baskı / 03.2023 |