Şiirler 3 - Kuvâyi Milliye
Şiirler 3 - Kuvâyi Milliye
Ücretsiz Kargo
100 TL Üzeri Ücretsiz Kargo
Müşteri Hizmetleri
085X XXX XX XX
Geri İade İmkanı
14 Günde Geri İade
140,00TL
Vergiler Hariç: 140,00TL
- Stok Durumu: Stokta var
- Ürün Kodu:: 932-9789750803758
- YAZAR ADI: 932-978-975-08-0375-2
Kuvâyi Milliye
Saat 21-22 Şiirleri
Dört Hapisaneden
Rubailer
Türk şiirinin çizgisini değiştirmiş, çok yönlü, evrensel boyutlu bir şair ve yazarın bu basım için yeniden gözden geçirilmiş, kaynak metinler esas alınarak düzeltilmiş "külliyatı"...
Kitap | |
Sayfa Sayısı | 232 |
Kitap Özellikleri | |
Basım Tarihi | 01.2002 |
Boyut | 13.5 x 21 cm |
Tadımlık | <p>Biz ki İstanbul şehriyiz,<br /> Seferberliği görmüşüz :<br /> Kafkas, Galiçya, Çanakkale, Filistin,<br /> vagon ticareti, tifüs ve İspanyol nezlesi<br /> bir de İttihatçılar,<br /> bir de uzun konçlu Alman çizmesi<br /> 914’ten 18’e kadar<br /> yedi bitirdi bizi.<br /> Mücevher gibi uzak ve erişilmezdi şeker<br /> erimiş altın pahasında gazyağı<br /> ve namuslu, çalışkan, fakir İstanbullular<br /> sidiklerini yaktılar 5 numara lâmbalarında.<br /> Yedikleri mısır koçanıydı ve arpa<br /> ve süpürge tohumu<br /> ve çöp gibi kaldı çocukların boynu.<br /> Ve lâkin Tarabya’da, Pötişan’da ve Ada’da Kulüp’te<br /> aktı Ren şarapları su gibi<br /> ve şekerin sahibi<br /> kapladı Miloviç’in yorganına 1000 liralıkları.<br /> Miloviç de beyaz at gibi bir karı.<br /> Bir de sakalı Halife’nin,<br /> bir de Vilhelm’in bıyıkları.</p> <p>Biz ki İstanbul şehriyiz,<br /> güzelizdir,<br /> dört yanımız mavi mavi dağdır, denizdir.<br /> Öfkeli, büyük bir şair :<br /> “Ey bin kocadan arta kalan bilmem neyi bakir”<br /> demiş<br /> bize</p> <p>ve bir başkası,<br /> yekpare Acem mülkünü fedâ etti bir sengimize.</p> <p>Biz ki İstanbul şehriyiz,<br /> işte, arzederiz halimizi<br /> Türk halkının yüce katına.<br /> Mevsim yazdır,<br /> 919’dur.<br /> Ve teşrinlerinde geçen yılın<br /> dört düvele teslim ettiler bizi,<br /> gözü kanlı dört düvele<br /> anadan doğma çırılçıplak.<br /> Ve kurumuştu<br /> ve kan içindeydi memelerimiz.</p> <p>Biz ki İstanbul şehriyiz,<br /> Fransız, İngiliz, İtalyan, Amerikan<br /> bir de Yunan,<br /> bir de zavallı Afrika zencileri<br /> yer bitirir bizi bir yandan,<br /> bir yandan da kendi köpek döllerimiz :<br /> Vahdettin Sultan,<br /> ve damadı Ferit<br /> ve İngiliz muhipleri<br /> ve Mandacılar.</p> <p>Biz ki İstanbul şehriyiz,<br /> yüce Türk halkı,<br /> malûmun olsun çektiğimiz acılar...</p> <p>919 Temmuzunun 23’üncü günü<br /> pek mütevazı bir mektep salonunda<br /> in’ikad etti Erzurum Kongresi.</p> <p>Erzurum’un kışı zorludur, balam,<br /> tandırında tezek yakar Erzurum,<br /> buz tutar yiğitlerin bıyığı<br /> ve geceleyin karlı ovada<br /> kaskatı katılaşmış, donmuş görürsün karanlığı.</p> <p>Erzurum’da kavaklar, balam,<br /> Erzurum’da kavaklar tane tane,<br /> kavaklarda tane tane yapraklar.<br /> Ve terden ve toz dumandan ve sinekten geçilmez<br /> Erzurum’da yaz gelip de bastı mıydı sıcaklar.</p> <p>Erzurum’un düzdür, topraktır damı.<br /> Erzurum’un güzelleri giyer, balam,<br /> incecik ak yünden ehramı.<br /> Yürek boynun büker, balam,<br /> Erzurumlu türkülere.<br /> Halim selimdir Erzurum’un adamı<br /> ve lâkin dönmesin gözü bir kere!...</p> <p>Erzurum’da on dört gün sürdü Kongre :<br /> orda, mazlum milletlerden bahsedildi<br /> bütün mazlum milletlerden<br /> ve emperyalizme karşı dövüşlerinden onların.</p> <p>Orda, bir Şûrayı Millî’den bahsedildi,<br /> İradei Milliyeye müstenit bir Şûrayı Millî’den.<br /> Buna rağmen,<br /> “Âsi gelmiyelim” diyenler vardı,<br /> “makamı hilâfet ve saltanata.”<br /> Hattâ casuslar vardı içerde.</p> <p>Buna rağmen,<br /> “Bütün aksâmı vatan bir küldür” denildi.<br /> “Kabul olunmaz,” denildi,<br /> “Manda ve Himaye...”</p> <p>Buna rağmen,<br /> İstanbul’da birçok hanımlar, beyler, paşalar,<br /> Türk halkından kesmişlerdi umudu.<br /> Yağdırıldı telgraflar Erzurum’a :<br /> “Amerikan mandası altına girelim,” diye.<br /> “İstiklâl, diyorlardı, şâyanı arzu ve tercihtir, amma<br /> bugün bu, diyorlardı, mümkün değil,<br /> birkaç vilayet, diyorlardı, kalacak elde,<br /> şu halde, diyorlardı, şu halde,<br /> Memâliki Osmaniye’nin cümlesine şâmil<br /> Amerikan mandaterliğini talep etmeği<br /> memleket için en nâfi<br /> bir şekli hal kabul ediyoruz.”</p> <p>Fakat bu şekli halli kabul etmedi Erzurumlu.<br /> Erzurum’un kışı zorludur, balam,<br /> buz tutar yiğitlerin bıyığı.<br /> Erzurum’da kaskatı, dimdik ölür adam,<br /> kabullenmez yılgınlığı...</p> <p>İstanbul’da hanımlar, beyler, paşalar,<br /> tül perdeler, kravatlar, apoletler, şişeler,<br /> çıtı pıtı dilleri ve pamuk gibi elleri<br /> ve biçare telgraf telleri<br /> devretmek için Amerika’ya Anadolu’yu<br /> şöyle diyorlardı Erzurum’dakilere :</p> <p>“Bizi bir başımıza bıraksalar,<br /> tarafgirlik ve cehalet<br /> ve çok konuşmaktan başka müspet<br /> bir hayat kuramayız.<br /> İşte bu yüzden Amerika çok işimize geliyor.<br /> Filipin gibi vahşi bir memleketi adam etti Amerika.<br /> Ne olacak,<br /> biz de on beş, yirmi sene zahmet çekeriz,<br /> sonra Yeni Dünyanın sayesinde<br /> istiklâli kafasında ve cebinde taşıyan<br /> bir Türkiye vücuda geliverir.<br /> Amerika, içine girdiği memleket ve millet hayrına<br /> nasıl bir idare kurduğunu<br /> Avrupa’ya göstermek ister.<br /> Hem artık işi uzatmağa gelmez.<br /> Çok tehlikeli anlar yaşıyoruz.<br /> Sergüzeşt ve cidâl devri geçmiştir :<br /> Türkiye’yi geniş kafalı birkaç kişi belki kurtarabilir.”</p> <p>4 Eylül 919’da toplandı Sıvas Kongresi,<br /> ve 8 Eylülde<br /> Kongrede bu sefer<br /> yine ortaya çıktı Amerikan mandası.<br /> Ak koyunla kara koyunun<br /> geçitte belli olduğu günlerdi o günler.<br /> Ve İstanbul’dan gelen bazı zevat,<br /> sapsarı yılgınlıklarıyla beraber<br /> ve ihanetleriyle birlikte<br /> bir de Amerikan gazeteci getirmiştiler.<br /> Ve Erzurumlulardan ve Sıvaslılardan ve Türk milletinden çok<br /> işbu Mister Bravn’a güveniyorlardı.</p> <p>Bu zevata :<br /> “İstiklâlimizi kaybetmek istemiyoruz efendiler!”<br /> denildi.<br /> Fakat ayak diredi efendiler :<br /> “Mandanın, istiklâli ihlâl etmiyeceği muhakkak iken,”<br /> dediler,<br /> “Herhalde bir müzâherete muhtacız diyorum ben,”<br /> dediler,<br /> “Hem zaten,”<br /> dediler,<br /> “birbirine mani şeyler değildir<br /> istiklâl ile manda.<br /> Ve esasen,”<br /> dediler,<br /> “müstakil kalamayız böyle bir zamanda.<br /> Memleket harap,<br /> toprak çorak,<br /> borcumuz 500 milyon,<br /> vâridât ise 15 milyon ancak.<br /> Ve Allah muhafaza buyursun<br /> İzmir kalsa Yunanistan’da<br /> ve harbetsek,<br /> düşmanımız vapurla asker getirir.<br /> Biz Erzurum’dan hangi şimendiferle nakliyat yapabiliriz?<br /> Mandayı kabul etmeliyiz, hemen,”<br /> dediler.<br /> “Onlar dretnot yapıyor,<br /> biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz.<br /> Hem, İstanbul’daki Amerikan dostlarımız :<br /> Mandamız korkunç değildir,<br /> diyorlar,<br /> Cemiyeti Akvam nizamnamesine dahildir,<br /> diyorlar.”</p> <p>Ve böylece, bin dereden su getirdi İstanbul’dan gelen zevat.<br /> Sıvas, mandayı kabul etmedi fakat,<br /> “Hey gidi deli gönlüm,”<br /> dedi<br /> “Akıllı, umutlu, sabırlı deli gönlüm,<br /> ya İSTİKLÂL, ya ölüm!”<br /> dedi.</p> <p>Kambur Kerim de böyle dedi aynen.<br /> Adapazarlıydı Kambur Kerim.<br /> Seferberlikte ölen babası marangozdu.<br /> Seferberlik denince aklına Kerim’in :<br /> çok beyaz bir yastıkta kara sakallı bir ölü yüzü,<br /> Fahri Bey çiftliğinde patates toplayıp<br /> kaz gütmek,<br /> mektep kitapları<br /> ve bir de saçları altın gibi sarı<br /> fakat alnı çizgiler içinde anası gelir.<br /> 335’te Kerim Eskişehir ’e gitti,<br /> mektebe, teyzelerine ve dayısına.<br /> Dayısı şimendiferde makinistti.<br /> Düşman elindeydi Eskişehir.<br /> Kerim on dört yaşındaydı,<br /> kamburu yoktu.<br /> Dümdüzdü fidan gibi<br /> ve dünyaya meraklı bir çocuktu.<br /> Dayısı sürmeğe gittiği günlerde şimendiferi<br /> Kerim’e ekmek vermediğinden teyzeleri<br /> (çok uzun saçlı, ihtiyar iki kadın)<br /> Hintli askerlerle dost oldu Kerim.<br /> Bunlar<br /> (şaşılacak şey)<br /> Türkçe bilmeyen</p> <p>ve siyah sakalları, siyah gözleri parlak,<br /> avuçlarının üstü esmer, içi ak<br /> ve tel örgülerin üzerinden<br /> Kerim’e bisküviti kutularla atan amcalardı.<br /> Kocaman bir ambarları vardı,<br /> Kerim içinde oynardı.<br /> Ambarda nohut çuvalları, bakla, kuru üzüm,<br /> (şaşılacak şey,<br /> katırların yemesi için)<br /> ve sonra cephane sandıklarıyla silâhlar.<br /> Bir gün dedi ki makinist dayısı Kerim’e :<br /> “Ambardan silâh çalıp bana getir,<br /> gâvura karşı koyan zeybeklere göndereceğim.”<br /> Ve ambardan silâh çaldı Kerim:<br /> bir<br /> bir tane daha<br /> beş<br /> on.<br /> Aldattı Hindistanlı dostlarını<br /> zeybekleri daha çok sevdiğinden.<br /> Zaten çok sürmedi, parlak kara sakallı amcalar gitti,<br /> Kerim geçirdi onları istasyona kadar.<br /> Ertesi gün Lefke köprüsünü atıp<br /> zeybekler gelince Eskişehir ’e<br /> dayısı Kerim’i elinden tutup<br /> verdi onlara.<br /> Ve işte o günden sonra<br /> bugüne kadar<br /> kahraman bir türküdür ömrü Kerim’in.<br /> Eskişehir ’den alıp onu<br /> “Kocaeli Grubu” paşasına götürdüler.<br /> Çatık kaşlı, yüzü gülmez bir paşaydı bu.</p> <p>Çabucak öğrendi Kerim ata binmeyi,<br /> sığırtmaç olmayı<br /> — zaten bilgisi vardı bunda —<br /> kayalardan genç bir keçi gibi inmeyi,<br /> gizlenmeyi ormanda.<br /> Ve bütün bu marifetleriyle Kerim<br /> kaç kere ölüme bir kurşun atımı yaklaşarak<br /> ve “Geçmiş olsun” dedikleri zaman şaşarak<br /> düşman içinden geçip getirdi haber<br /> götürdü haber.<br /> Onu namlı bir “kaptan” gibi saydı çeteler,<br /> bir oyun arkadaşı gibi sevdi çeteleri o.<br /> Ve bir fidan gibi düz<br /> bir fidan gibi cesur<br /> bir fidan gibi vaadeden bir çocuğun<br /> sevinçle oynadığı bu müthiş oyun<br /> sürdü 1337’ye kadar...</p> <p>Kocaeli ormanı gürgen ve meşeliktir :<br /> yüksek<br /> kalın.<br /> Gökyüzü gözükmez.<br /> Durgun bir geceydi.<br /> Hafif yağmur yağmıştı biraz önce.<br /> Fakat ıslanmamış ki yerde yapraklar<br /> karanlıkta hışırtılarla yürüyordu beygiri Kerim’in.<br /> Solda<br /> ilerde<br /> tepenin eteğinde ateş yanıyordu :<br /> “Tekneciler” diye anılan<br /> gâvur çetelerinin olmalı.<br /> Dallardan damlalar düşüyordu Kerim’in yüzüne.</p> <p>Beygirin başı gittikçe daha çok karanlığa giriyor.<br /> İpsiz Recep’in yanından dönüyordu Kerim.<br /> Kâatlar götürmüş<br /> kâatlar getiriyor.<br /> Birdenbire durdu beygir,<br /> heykel gibi,<br /> — Tekneciler ’in ateşini görmüş olacak —<br /> sonra birdenbire dörtnala kalktı.<br /> Şaşırdı Kerim.<br /> Dizginleri bıraktı.<br /> Sarıldı beygirin boynuna.<br /> Deli gibi gidiyordu hayvan.<br /> Çocuğa art arda çarpıyordu ağaçlar.<br /> Meşeleri ve gürgenleriyle orman<br /> karanlık bir rüzgâr gibi geçiyordu iki yandan.<br /> Kim bilir kaç saat böyle gidildi.<br /> Orman bitti birdenbire.<br /> — Ay doğmuş olacak ki ortalık aydınlıktı —<br /> Ve Kerim aynı hızla geldiği zaman<br /> Armaşa’nın altında Başdeğirmenler ’e<br /> beygir ansızın kapaklandı yere,<br /> tekerlendi Kerim.<br /> Doğruldu.<br /> Ve aklına ilk gelen şey<br /> saatına bakmak oldu.<br /> Kırılmıştı camı.<br /> Bindi beygire tekrar.<br /> Hayvan topallıyordu biraz.<br /> Uslu uslu yola koyuldular.<br /> Sol kulağı kanıyordu Kerim’in,<br /> Kirezce’ye geldiler<br /> (Sapanca’yla Arifiye arası),</p> <p>Kerim durdu.<br /> Biraz zor nefes alıyordu.<br /> Geyve’ye girdi ertesi akşam.<br /> Beli o kadar ağrıyordu ki<br /> inemedi beygirden<br /> indirdiler.<br /> Kerim’i yaylıya bindirdiler.<br /> Adapazarı.<br /> Sonra belki on gün, belki on beş,<br /> kağnılar, mekkâre arabaları,<br /> sonra, gitgide daralan nefesi,<br /> Yahşıhan,<br /> Konya,<br /> Sille nahiyesi<br /> (burda malûl gaziler için<br /> takma kol ve bacak yapılıyordu),<br /> ve nihayet Hatçehan köyünden çıkıkçı Şerif Usta.<br /> Hâlâ rüyalarında görür Kerim<br /> incecik bir yoldan eşekle gelip<br /> üzerine doğru eğilen<br /> bu çiçekbozuğu insan yüzünü.<br /> Usta, ovdu Kerim’i bayıltıncaya kadar.<br /> Sonra, zifte koydu bu kırılmış dal gibi çocuk gövdesini.<br /> Yirmi gün geçti aradan.<br /> Ve sonra bir ikindi vakti ziftin içinden<br /> Kerim’i kambur çıkardılar.</p> |
Tekrar Baskı | 32. Baskı / 08.2022 |