Toplu Öyküler II - Bir Yer Göstericinin Hayatı, Güz Her Şeyi Bilir - Hulki Aktunç
Toplu Öyküler II - Bir Yer Göstericinin Hayatı, Güz Her Şeyi Bilir - Hulki Aktunç
Ücretsiz Kargo
100 TL Üzeri Ücretsiz Kargo
Müşteri Hizmetleri
085X XXX XX XX
Geri İade İmkanı
14 Günde Geri İade
20,37TL
Vergiler Hariç: 20,37TL
- Stok Durumu: Stokta var
- Ürün Kodu:: 1264-9789750806827
- YAZAR ADI: 1264-978-975-08-0682-4
Öykü, roman,şiir ve deneme alanlarında nitelikli yapıtlar veren Hulki Aktunç’tan otuz beş yıllık birikimin ürünleri...Türkçenin kalbine giren üretken yazar/şairin kendine özgü üslubuyla kaleme aldığı yapıtlardan oluşmuş bu öykü toplaması, iki cilt halinde okuyucuyla buluşuyor.
Kitap | |
Sayfa Sayısı | 315 |
Kitap Özellikleri | |
Basım Tarihi | 10.2003 |
Boyut | 13.5 x 21 cm |
Tadımlık | <p>Arsız’ın Dansları</p> <p>UNUTMA!<br /> . Müşerref prova çağır<br /> . Nigâr hn ilk p<br /> . Arsız marka<br /> . Tel H.<br /> . Avans (Ni-Ni borç?)<br /> . Harç?<br /> Perihan, UNUTMA defterine bakıyor. Beyaz yaprak, geçmiş koca bir haftanın çözümsüz sorunlarıyla dolu, Perihan’a bakıyor.<br /> İşte, korkunç bir pazartesiyle yine karşı karşıya ve savunmasız. Pazartesi gibi sevimsiz bir gün olamaz. Bataklığa ilk adım mı, zehrin ilk yudumu mu, çevrimsel tragedyalardan birinin antresi mi?<br /> Çaçaron kadınlar; şurası pot yaptı, burası fazla büzülmüş, pliler eş değil, etekte arka taraf biraz sarkıyor vırvırcısı çenebazlar; buraya giysi diktirmek için değil önce kendi hayatlarının muhasebesini ve dedikodusunu yapmaya gelen ruh hastaları... İsmet Hanım’ın azarları. (Unutma: Adı erkek adı olarak da kullanılagelen kadınların sürekli düş kırıklıkları!)<br /> “Lalalilom!”<br /> – A, Arsız, Günaydın. Çay bırakır mısın bana? Hah, haftalık marka getirmeyi de unutma.<br /> “Limlom!”<br /> Hani İstanbul’un bazı eski sokakları, bu sokakların da bazı eski apartmanları olur. Sözüm ona iş muhitleri, yakın çarşı çevresini ağır ağır istila ettikten sonra arka sokaklara doğru yayılır ve eski apartmanların ev direncini tek tek kırıp iş hanına çevirir onları... İsmet Hanımın “İsmet Hanım Terzihanesi” de sonradan olma bir iş hanındaydı. Şifacıoğlu Palas, kat 3. İsmet Şifacıoğlu...<br /> – Hah hah hay, unutma, soyadı da “oğlu” diye bitiyor!<br /> İsmet Şifacıoğlu Hanım evin de hanın da sahibi değildi artık; “dün benimdi, bugün kiracısıyım” sızlanmalarından kurtulmuş; edinilmiş kiracılıkla edinilmiş terziliği eş tutmaya başlayınca kendisiyle barışmıştı.<br /> Olsun, bina eskisi gibi durmuyordu ama hiç değilse yıkılmamıştı, babasının kemiklerini sızlatacak bir laz yapısına dönüşmemişti; Şifacıoğlu Palas’ın yeni sahibi bir baklavacıydı, olsun, lahmacuncu değildi ya...<br /> – Ama efendim, bu toplumsal bir gelişim, demişti Perihan, lazları ya da güneydoğuluları alay konusu yapıp dışlamanız, gerçekliği değiştirmez ki; demek buralılarda olmayan bir dinamizmleri varmış...<br /> “Sen bu felsefe manyerlerini okulda hocalarına yaparsın canım. Ayol daha teyelleri bile sökmemişsin! Bir de bak cumartesi pazar nasıl sölpmüş çiçekler, niçin su vermedin onlara? Ha!”<br /> “Lalalilom!”<br /> “Kahrol işallah, bak yüreğimi ağzıma getirdi. Hani benim suyumla sâdem? Koş.”<br /> – Eskitiyor merdivenleri biliyor musun? Bütün hafta boyunca kim bilir kaç yüz kere inip çıkıyor çocuk... Uydurduğu dil de pek hoş doğrusu.<br /> – Ah canım açalya. Güzel güzel alır getirirsin, özenerek alır getirirler, bayılır insan çiçeklerine, bir bakarsın açmazya oluvermiş. Döker de çiçeciklerini bir daha canlanmaz.<br /> “Bir komşum var Perihan, onda hep çiçeklidir açalyalar. Hattâ konukların çok geleceği zamanları kollar bu, tam o sıra, bayramda filan, pıtrak gibi açtırıverir açalyaları.”<br /> – Nasıl yapıyor? Anlatmaz mı?<br /> “Lamlom!”<br /> “Oh çocuğum, sağ ol. Söyler mi hiç, sır, sanki para kazanacak da söylemiyor. Böyle insanlar işte.”<br /> – Müşerref’i çağırayım değil mi provaya? Nigâr Hanım nasılsa öğleden sonra gelecek.<br /> “Aman. Gelemez olsun.”<br /> – Arsız’dan on bin liralık marka aldım.<br /> “İyi. İster misin bizim Ni-Ni, Nigâr Hanımın provasına rastlasın! Hanımefendi fücceten mort vallahi.”<br /> – Ama Nihat akşam üzerini bulur.<br /> “Lalalilom!” Çay getirdim ya da boşları topluyorum demektir. “Limlom” ya da “lamlom” her şeyi anında yetiştirdiğini anlatır. Arsız’cık bundan fazlasını da pek söylemez.<br /> – İnsanlarla iletişim kurmada güçlük çekmiyor, ama pek halleşmeyi de sevmeyip kabuğuna çekiliyor.<br /> “Sahi Perihan, ne oldu o harç meselen senin?”<br /> – Hâlâ yatıramadım, kaydımı silerler diye korkuyorum. Bakalım, evden para gelene kadar Ni-Ni’den borç alırım belki. Cadaloz karı, sen verseydin ne olurdu sanki.<br /> Sararıp ütü bezine dönmüş mankenin üzerinde Nigâr Hanımın giysisi.<br /> Askılarda; Müşerref’in döpiyesi, Ni-Ni’nin streç sahne pantolonuyla pullu bluzu.<br /> Küçük sehpada Arsız’ın kalıntısı gazoz kapakları, buruş buruş magazinler, dedikodu gazeteleri.<br /> Telefon çaldı. Açtı Perihan. Elindeki topluiğneyi büktü büktü. Dudakları titremeye başladı. Çat diye kapattı.<br /> – Yine o adam!<br /> Titriyordu, eli ayağı birbirine dolaşmıştı.<br /> “Sana derhal kapatacaksın dememiş miydim!”<br /> Koltuğa yığıldı Perihan. İsmet Hanım yaklaştı, başını okşadı. En yumuşak sesiyle “ne söylüyor gene?” dedi.<br /> – Aynı şeyler... aynı.<br /> “O kartoloşa da sana da kıyacağım canım. Birinizi ellerimle boğacak, öbürünün bacak arasında kama oyuğu açacağım.”<br /> “Limlom?”<br /> “Topla şu kapaklarını da defol. Hadi, müşteriler gelecek. Bi daha perde aralığından baktığını görürsem döverim seni.”<br /> “Hadi canım, hadi, havlayan köpek ısırmaz derler, korkma canım.”<br /> – Bu adam, bu adam telefon edince geceleri hiç çalışamıyorum ders. Oysa sınavlarım yaklaşıyor.<br /> “Zaman zaman bizi gözetlediğinden şüphem yok. Telefonu rastgele çevirmiş olsa bile, buldu sanırım bu sokağı.”<br /> “Müşerref’i çağırdın mı? Ah, dur peki, ben telefon edeyim bu sefer.”<br /> Perihan sıçradı, telefonu aldı ve Müşerref’i provaya çağırdı. Yoksa, birazdan Hüseyin’i aradığında İsmet Hanım takaza edecekti.<br /> Hüseyin’e anlatsa mıydı telefon manyağını? Başka türlü anlar mıydı? Zaten çok kıskanç.<br /> Hüseyin’i çağırsa, birlikte ders çalışsalar.<br /> Arsız, merdivenlerde dans ediyor. Elinde çaycı tepsisi, kendi diliyle şarkılar söylüyor.<br /> Dans, haftanın ilk dansı.<br /> – Ben burada ne yapıyorum?<br /> Müşerref, konfeksiyoncuda çalışıyor. Nigâr Hanım hiç çalışmıyor, giysi diktirmek ve beğenmemek onun işi. Ni-Ni, gece kulüplerinde dansör/dansöz karışımı gösteriler yapıyor, izleyici onu kadınlardan daha çok beğeniyormuş. İsmet Hanım terzihane işletiyor, mutlaka birşeyleri işletiyor görünmesi gerek kendisine. Kiraları baklavacıya benimle yolluyor. Hüseyin beni seviyor.<br /> – Ne zaman yatırabileceğim şu harcı?<br /> “Haftalığını erken versem işe yarar mı?”<br /> – Dur hele bir, Ni-Ni gelsin de.<br /> Perihan, Hüseyin’e telefon etti. Akşam buluşmayı, Sarayburnu’na gitmeyi kararlaştırdılar.<br /> Bok pazartesi!<br /> Müşerref öyle şişman ki konfeksiyoncuda çalışıyor, aylarca para biriktirip bize döpiyes diktiriyor. Nigâr Hanımın şekeri var, bir ayağı hep burda diye bir kutu hapşekerini bizde tutuyor. Ni-Ni, sevgili Ni-Ni, her defasında, bir herif beni buraya kadar izledi diyor. Merdivenleri çıkarken Arsız’la karşılaşırsa, birlikte şöyle bir an dans ediveriyorlar. Telefon manyağı gene arıyor.<br /> İsmet Hanımın gözleri yaşardı. Dert yanabileceği tek insan, yine de Nigâr Hanımdı. Ona bile dert dökmeyi uzun süre ertelemiş, “biz aynı seviyedekilerden biri öbürüne yakınırsa, zaaf belirtisidir,” diye kurmuştu... Ama bu akşam, dolu doluydu içi. Kira kontratosunu çıkarmış, kiracılığının on yıla vardığını görmüştü.<br /> “Baklavacının vakti geliyor yavaş yavaş, belki aşırı bir kira isteyecek, belki de direkt kovacak beni buradan.”<br /> – Kitaplarını da al Hüseyin, olur mu? Belki biraz S.T.’ye bakarız.<br /> S.T.’yi yanlış anlamasın diye İsmet Hanım, açıyordu:<br /> – Sosyoloji Tarihi notlarını mutlaka yanına al.<br /> “Lalalilom!”<br /> Nigâr Hanım ile Arsız, aynı anda girdiler içeriye. Yaşlı kadın, iğrentiyle bakıyordu çocuğa. Doğrusu, onun getireceği hiçbir şeyi içmezdi.<br /> Müşerref öyle mutsuzdu ki, şişmanlamasının durmayacağı, durduğunda da bir felâket getireceği belliydi. Nigâr Hanım, şekeriyle iyi geçinemeyecek, sözgelimi gözleri kör olacak, daha da lanetleşecekti. Ni-Ni, mutsuzluğa öyle dayanıklıydı ki, mutsuz olması olanaksızdı artık; Arsız’la iki adım dans bile sevinç verebiliyordu ona. Hüseyin beni öptüğünde mutlu olduğunu söylüyordu. Telefon manyağı? Baklavacı?<br /> – Kira için gecikmedik mi?<br /> “Açalyalar,” diyordu Nigâr Hanım, “Karadeniz dağlarının gülleridir. Nem isterler üstlerine. Böyle fış fış atacaksın suyu yukarıdan. Araç birşey yoksa, suyu avucuna al, şöylece dökele yukarıdan. Bakın size söyleyeyim, dalını kırın, saksıya dikin, toprağa can suyu verdikten sonra, hani yok mu şu şeffaf naylon torbalar, açalyanın başı üzerine geçirin, tam sera gibi canım, tam sera gibi. Bakın nasıl terletecek o naylon kubbeyi açalya, bakın nasıl tutacak, bakın nasıl açacak şehrâyin gibi.”</p> |
Tekrar Baskı | 2. Baskı / 04.2013 |